Doyumsuz olan bizler miyiz, onlar mı?

 

04 Şubat 2018 16:22
Doyumsuz olan bizler miyiz, onlar mı?





  Tüketim çılgınlığının çok ciddi boyutlara ulaştığı günümüzde
artık lüks tüketimin, temel tüketim anlayışının önüne geçtiğini yetişkinlerde
olduğu kadar çocuklarda da gözlemlemek mümkün.

Hatırlarsınız
–ve zaman zaman da dile getiririz- bizler bir kalem, bir defter ile okula
giderdik. Kalemimiz  bitmeden yenisi alınmazdı. Maalesef günümüzde ihtiyaç
olsun veya olmasın devamlı bir şeyler alınıyor. İhtiyacın ne demek olduğunu
çocuklarımız bilmiyorlar. Lakin bunun müsebbibi  onlar değil; tek kelime
ile ebeveynler…

Çocuklar,
gördükleri her şeyi istiyorlar. Anne-baba ise “Ben yokluk çektim onlar
çekmesin”, “Beni herkesin içinde mahcup etmesin”, “Ağlayıp beni bunaltmasın”
gibi nedenlerle çocuklarının her istediklerini alıyorlar.

Çocuklar
sandığımızdan daha çok akıllıdırlar; büyüklerinin (anne, baba, abi, abla)
zaaflarını bulup bu zaaflardan faydalanarak kendi istediklerini aldırmak için
ellerinden geleni yaparlar. Ağlama, sızlama, inatlaşma gibi yöntemlerle pes
ettirip istediklerini yaptırırlar ve başardıkları zamanlarda da pes etmezler;
daima aynı yöntemleri kullanırlar.

Toplum
olarak maalesef sahip olunan maddi imkânlar kişinin mutlu olmasında önemli bir
faktör haline gelmiş bulunmaktadır. Çocuğa “Sana bir sürprizim var”
denildiğinde çocuk hemen “Ne aldın bana?” diyebiliyor. Şayet bir şey alınmışsa
ya ona dudak büküp “Benim zaten var” diyor, ya da çok kısa bir mutluluk
yaşıyor. “Sürpriz” denildiği zaman çocuğun aklına oyuncak veya markalı kıyafet
geliyorsa -ki günümüzde böyle olmuş- bunda ebeveynin payı büyüktür. Çocuklarımıza
vakit ayıramamanın eksikliğini örtbas etme yoluna gidiyoruz. Bize; ilgi ve
sevgimize olan ihtiyaçlarını her istediklerini alarak veya her istediklerine
“Evet” diyerek sorumluluklarımızı yerine getirdiğimize inandırıyoruz. Yani
çocuklarımızı esasen biz bu hale getiriyoruz…

Peki,
ebeveyn nasıl davranmalı?

Öncelikle
“Hayır” demeyi bilmek ve sonrasında kararlı olup süreci devam ettirmek gerekir.
Başta “Hayır” denilip kısa bir süre sonra “Peki, tamam” denilirse ikinci bir
‘hayır'ın bir hükmü kalmaz. Anne-babanın bu konuda farklı düşünüp farklı
davranması durumunda çocuk, işine gelen taraf hangisi ise onun arkasına
saklanır ve bu tutarsız ortamda ‘hayır'ın hiçbir anlamı kalmaz.

Çocukların
yaşları ile beraber istekleri de büyür. Ebeveyn bir gün istediklerini
yapamayacaklarını düşünerek, ileride bir çatışma ortamına yani gerginlik ve
mutsuzluğa neden olabilecek zeminler hazırlamamalıdır. ‘Hayır'ı bilmeyen çocuk
ileride farklı sosyal ortamlar içerisine girecek ve herkesin onun isteklerine
cevap vermediğini görecektir. Bu da hayal kırıklığına içe kapanıklığa sebep
olacaktır. Yenilgi ve reddedilme duygusuyla çöküntü ve bunalım yaşayacaktır.

Sınır
koymak gerçek anlamda önceliğin bazı temel ihtiyaçlar olduğunu anlamasına ve
bütçesini ayarlayabilmesine olanak tanır. Böylelikle imkânların sınırsız
olamayacağını da anlar.
‘Hayır'ı öğrenen çocuk istediği her şeyi alınmadığında –alınamadığında- da
mutlu olmanın mümkün olabileceğini, mutluluğun maddiyatla eşdeğer olmadığını
öğrenir. “Sana bir sürprizim var” dediğimizde o sürprizin bir parka gitme fikri
ya da ailece yapılan bir yürüyüş olduğunu söyleyip aslında ona ayıracak bir
vaktin olduğunu, yani ona değer verdiğimizi göstermiş olacağız. Güzel bir
davranışın ödülü bir “Aferin” olabileceği gibi, bir anne öpücüğü, bazen de bir
dondurma veya bir sakız olabilmeli. Ve böylece çocuk küçük, kolay ya da maddi
bir külfeti olmayan ödüllerle mutlu olmayı öğrenecektir İnşallah. Aksi takdirde
her istediklerine “Evet” diyerek kendi ellerimizle -Allah muhafaza- doyumsuz ve
mutlu olmayı bilmeyen çocuklar yetiştirmiş oluruz.

Bir
psikolog “Çocuğunuzun ‘hayır' cevabınızla hissettiği hayal kırıklığı çabuk
geçer; ama şımarıklık kalıcıdır” demişti. Sizce de öyle değil mi?

Özellikle
çalışan kadınlar çocuklarına çok vakit ayıramadıklarını, onlarla yeterince
ilgilenmediklerini düşünürler ve kendilerini vicdanen rahatlatmak için
çocuklarının her isteğini yerine getirirler. Çocuklarına ayıramadıkları
vakitlerini maddiyatla kapatma yoluna giderler. Aynı şey ev işi, misafir, gezme
ya da başka bir takım nedenlerden ötürü çocuğunu ihmal eden anneler için de
geçerli olabiliyor. Çocuğun asıl istediği/beklediği pahalı bir oyuncak ya da
türlü türlü yemekler/abur cuburlar değil; anne-babasının ilgisi, sevgisi ve ona
ayırdıkları zaman dilimidir. Annenin ilgisinden mahrum olan çocuğa her
istediğinin alınması, o çocuğun gözünde anneyi ‘iyi bir anne' yapmıyor. Tam
tersine çocuğa doyumsuz, şımarık ve hırçın bir çocuk olma özelliği kazandırıyor.

Bazen
ebeynler çocuğun her istediği olunca mutlu olur, düşüncesine kapılıp yanılgıya
düşerler. Yapılan bazı araştırmalar aşırı hoşgörülü, kural koymayan, her
istediği yapılan aile çocuklarının yetişkinlikte mutsuz ve doyumsuz olduklarını
gösteriyor. Katı ve aşırı baskıcı tutum kadar aşırı hoşgörülü –ki bu hoşgörüden
ziyade boş görü olur- tutumun da çocuğa çok zarar verdiği uzmanlar tarafından
sürekli söylenmektedir. Kuralsız bir aile ortamında çocuk kendisini güvende
bile hissetmeyecektir.

Evet,
her noktada kanaatkâr ve itidalli bireyler yetiştirmek isteyen bir anne, işe
yemekten başlayabilir! Önüne türlü çeşit yiyeceği koymasına rağmen çocuğuna
yemek beğendiremeyen annelerin sitemkâr tutumlarına hemen her zaman şahit
olmaktayız. Oysa yapılan yemekler ve ikram edilen meyveler vasıtasıyla çocuğu
küçük yaştan itibaren tefekküre, teşekküre ve şükre alıştırmak; yediğinden
lezzet ve şifa almasını sağlamak biz annelerin  elinde. Küçük birkaç
dokunuşla ve hikmetli birkaç sözümüzle hem midesini hem de ruhunu doyurabiliriz
inşallah…

Doğruhaber  



Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.