Ömrün dört mevsimi

 

21 Haziran 2020 13:15
Ömrün dört mevsimi





  İnsan yaşadığı
her anın tanığıdır. Dün yolda, annesinin elini bırakıp koşmak isteyen küçük bir
çocuğun kaldırımdan düşüş anına tanık oldum. Çocuğun dizleri yaralı, gözleri
yaşlıydı. Anne üzgün ve telaşlıydı. Bir çocuğa bunların söylenemeyeceğini
bilsem de içimden ona seslenip, şunları söylemek geçti: Büyüyünce de
düşeceksin, yaralanacaksın, ruhun kanayacak... Her düşüşünde ayağa kalkmayı ve
daha güçlü adımlarla yürümeye devam etmen gerektiğini öğreneceksin. Her
yaralanışında, merheminin yaranda gizli olduğunu anlayacak, zamanla yaralarını
sevecek ve sevdikçe bileceksin. Ruhunun her kanayışında kanamalarının sabır ve
şükür ile yavaş yavaş dindiğini göreceksin. Hüznü dışlayıp, sevince kucak
açanlar hayattan lezzet alamazlar. Nasıl ki bu kadar gözyaşından sonra annenin
kucağında yeniden gülümseyebildiysen, hüznün ve sevincin aslında aynı tablonun
ayrılmaz bir parçası olduğunu ve aynı ressamın fırçasından döküldüğünü
anlayacaksın. Hayat resme bakıp ressamı kavrama sanatıdır. Resmin sadece bir
kısmına bakarak ressamı kavrayabilir misin?

Bu sorunun
cevabı acısıyla ve tatlısıyla yudumlayarak tecrübe edilen bir hayatın içinde
gizli. Yıllar sonra çocuğun, kendi cümleleri ile bu soruya verdiği cevabı
duymak isterdim. Elbette ki; susma hakkını kullanma özgürlüğü de var… Bir
tanıklık anına gölgeleri düşen çocuk ve annesi nereye gitti, bilmiyorum. Ben
şimdi bu gölgede soluklanarak aynı soruyu kendimize soralım, aynayı kendimize
tutma cesaretini bir kez olsun gösterelim istiyorum.

İnsan ömrü
mevsimler gibidir. Hepimizin ömründe karlı, güneşli, yağmurlu, bulutlu, sisli
günler olmadı mı? Bazen kış gibi soğuktu günlerimiz, bazen yaz gibi sıcak…
Bazen sonbahar gibi hüzünlüydük, bazen ilkbahar gibi neşeli… Dört mevsimin
içimizde aynı anda yaşadığı günlerimiz de oldu. Bir mevsimin aylarca bizi terk
etmediği zamanlarımız da…

Ömrümüzün en
karlı günlerinde bize tebessüm eden bir kış güneşi vardı. Kış güneşi kışın
yüzündeki bahar tebessümüydü. Ama, çoğumuz bu güneşin hakikatini kavrayamadık.
Halil Cibran haklıydı: “Eğer kış içimde baharı gizliyorum deseydi ona kim
inanırdı?” İtiraf edelim, ömrümüzün karlı günlerinde kışın bu söylediğine
inanmadık. Biraz olsun kalbimizle bakmayı bilseydik bu günlere, ruhumuz
bahardan çiçekler toplardı.

Ömrümüzün en
kurak günlerinde bizi arayan bir su vardı. Bu suyun varlığını hissetseydik
susuzluktan bu kadar şikâyet eder miydik? Yaşadığımız susuzluk suyun hakikatini
anlamamız içindi. Su en iyi susuzluğun lisanı ile okunabilirdi. Susuz kalana
ikram edilen soğuk zemzem tadındaydı sinede çiseleyen inşirah. Kalbimizle
okumayı bilseydik sıkıntılı anlarımızda yazılanları, içimizde manevi rüzgârlar
eser, yaz yağmuru sinemizde çiselerdi.

Ömrümüzün
sonbaharı anımsatan hüzünlü günlerinde, gökyüzünde bize ilkbaharı müjdeleyen
bir ezgi çalardı. Yeryüzünü dinlemekten işitmez olduğu için kulaklarımız,
çoğumuz gökyüzünün bu ezgisini duyamadık. Aydınlık, en iyi karanlığın lisanı
ile anlaşılabilirdi. Kalbimizle dinlemeyi bilseydik karanlığın çöktüğü anlarda
çalan bu ezgiyi, içimiz aydınlanır, gözlerimiz etrafa ışık saçardı.

İnsanoğlu hep
hüznü dışlayıp, tebessüme kucak açtı. Oysa ömür duvarına asılı en güzel
tablolardan biriydi hüznün ve sevincin dansı… Bu tabloda insanın gözleri
sonbaharı yüzü ise ilkbaharı yansıtırdı. Tebessüm kalpteki hüznün tesettürüydü.
Hüznün kıymetini bilen, onu tebessüm ile setredebilen kalp ne kadar da asildi…
Bu tablonun adı ömrün dört mevsimiydi…  



Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.