Hititlerde Tıp: Şifanın Bedenle Sınırlı Olmadığı Bir Dünya

 

22 Aralık 2025 16:07
Hititlerde Tıp: Şifanın Bedenle Sınırlı Olmadığı Bir Dünya

Hititler, MÖ 2. binyılın başlarından itibaren Anadolu’da hüküm süren ve geride yaklaşık 30 bin çivi yazılı tablet bırakan köklü bir uygarlıktır. Bu tabletlerin yalnızca sınırlı bir bölümü doğrudan tıp konusuna odaklanmış olsa da, satır aralarında dönemin sağlık anlayışına dair son derece kıymetli ipuçları barındırırlar.

Tıbbi reçeteler, büyü ve arınma ritüelleri, dini ve fal metinleri, yaralanmalar karşılığında uygulanacak cezalar ve hekim ücretlerini düzenleyen kanun maddeleri, Hititlerin hastalığı ve tedaviyi nasıl algıladığını anlamamıza imkân tanır.

Bu yazıyı; Cornelia Burda ve Gary Beckman’ın Hitit tıbbına ilişkin akademik çalışmaları başta olmak üzere, Ahmet Ünal’ın Hitit Tıbbının Ana Hatları adlı eseri ile Fatma Gökhan’ın Hititlerde Tıp Üzerine Bir İnceleme başlıklı yüksek lisans tezinden yararlanarak hazırladım.

Anadolu’da yürütülen yoğun arkeolojik kazılarda bugüne kadar herhangi bir cerrahi alet buluntusuna rastlanmamış olması dikkat çekicidir. Bu durum, Hititlerde cerrahi müdahalelerin ya hiç yapılmadığını ya da son derece sınırlı kaldığını düşündürmektedir.

Genel olarak bakıldığında Hitit tıbbının, çağdaşı olan Mezopotamya ve Mısır tıbbına kıyasla daha az gelişmiş olduğu; tedavilerin ise ağırlıklı olarak dini ve büyüsel uygulamalara dayandığı söylenebilir.

Bugün modern tıp; hastalıkların moleküler nedenlerini çözüyor, genetik şifrelerle müdahalelerde bulunuyor, robotik cerrahiyle ameliyatlar gerçekleştiriyor.

Peki, bundan üç bin yıl önce Anadolu’da hüküm süren Hititler, insanlar hastalandığında ne yapıyordu?

Hititlere göre hastalık, çoğu zaman tanrıların bir cezasıydı. İyileşmek ise ancak büyüler, dini ritüeller ve bitkilerden hazırlanan macunların hastaya içirilmesiyle mümkün olabilirdi. Hastalık, yalnızca bedensel bir durum değil; doğrudan “günah” kavramıyla ilişkilendirilen ruhsal bir meseleydi. Tanrılar kızarsa salgınlar gelir, bireysel ya da toplumsal felaketler yaşanırdı. Kirlilik, bedende değil ruhta aranırdı.

Bu nedenle Hititlerde hekimler yalnızca tedavi eden kişiler değil, aynı zamanda büyücülerdi. Reçeteye yazılan otlar yalnızca bedeni değil, ruhu da iyileştirmeyi amaçlardı.

Hitit Prensi Kantuzili’nin “inan” hastalığından yakınırken söylediği sözler, derin bir ruhsal çöküntüyü yansıtır:

“Evim benim için karabasanlar evi oldu.”

Yine Kantuzili’nin hastalığını anlatan tabletlerde şu yakarışlar yer alır:

“Bana bu hastalığı hangi tanrı verdi?

Ey Güneş Tanrısı, o tanrı ister gökte ister yerde olsun, sen ona git ve sor!

Ey tanrım, ben sana ne yaptım, ne günah işledim?

Beni yaratan tanrım, kara toprağı yaratan tanrım!

Şimdi ben sana ne yaptım da bana bu hastalığı verdin?”

Hititler çok tanrılı bir inanç sistemine sahipti. Anadolu’nun yerel tanrılarının yanı sıra çevre medeniyetlerin tanrılarını da panteonlarına dahil etmişlerdi. Bu nedenle Hitit ülkesi, “Bin Tanrı İli” olarak anılırdı.

Tanrılara karşı işlenen günahlar, bayram ve ritüellerin ihmal edilmesi, tapınak kurallarının çiğnenmesi tanrıların öfkesini doğurur; bu öfke de salgın hastalıklar ya da bireysel rahatsızlıklar şeklinde tezahür ederdi. II. Murşili’nin ünlü veba duaları, bu inancın en çarpıcı örneklerinden biridir.

Temizlik ise Hititlerde yalnızca hijyenle ilgili değil, kutsal bir görevdi. Kanunlar su kaynaklarının kirletilmesini yasaklar, tapınak görevlilerinin her gün yıkanmasını zorunlu kılardı.

Bugün el yıkamanın salgın hastalıklardan korunmadaki önemini anlatırken, aslında binlerce yıl öncesinin bilgeliğini yeniden keşfediyoruz.

Metinlerde temizlikle ilgili şu çarpıcı ifadeler yer alır:

“Eğer bir kişi bir kabı ya da bir göleti kirletirse eskiden altı şekel gümüş verirdi. Şimdi kirleten kimse üç şekel gümüş versin ve böylece suçu evinden uzaklaştırsın.”

Bir başka metinde ise günlük yaşamda hijyenin önemi açıkça vurgulanır:

“Günlük ekmekleri hazırlayanların temiz olmasını sağlayın. Yıkansınlar, temiz giysiler giysinler, vücut kıllarını ve tırnaklarını kessinler. Temiz değillerse ekmekleri hazırlatmayın.”

Bitkisel tedaviler ise şaşırtıcı derecede tanıdıktır: sarımsak, kekik, safran, nane… Hitit hekimleri bu bitkileri kaynatır, döver, şarapla karıştırır ve çoğu zaman “aç karnına” hastaya içirirdi.

Bugün “alternatif tıp” dediğimiz pek çok uygulama, belki de bu topraklarda binlerce yıl önce yazılmış reçetelerin modern bir yansımasından ibarettir.

Evet, Hitit tıbbı Mısır ya da Mezopotamya kadar sistematik değildi. Ancak onlar, iyileşmenin yalnızca bedende değil; ruhta ve toplumda başladığını çok iyi biliyorlardı.

Tıp bilimi bugün nefes kesici bir hızla ilerliyor. Fakat hasta ile hekim arasındaki o kadim insani bağ, güven ve inanç hâlâ en güçlü şifa kaynaklarından biri olmayı sürdürüyor.

Hititler, binlerce yıl öncesinden usulca şunu fısıldıyor:

İyileşmek, sadece bir organın onarılması değildir. İyileşmek; bedenin, ruhun ve toplumun birlikte arınmasıdır.

Belki de modern tıbbın zaman zaman unuttuğu “ruh”, hâlâ o tozlu tabletlerin satır aralarında bizi bekliyordur.

Ve bu satırlar, tıbbın yalnızca bir bilim değil; aynı zamanda bir inanç, bir kültür ve ortak bir insanlık mirası olduğunu hatırlatmaktadır

 

Turgut Koçoğlu

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.