Saygıyı doğuran sevgi ya(p)tırımları

 

05 Ağustos 2020 13:25
Saygıyı doğuran sevgi ya(p)tırımları





  Bir
anda kendini içinde bulduğu bu yeni ortamda, afalladığını hissetmiyor değildi.
Yeni bir hayatın kollarına bıraktığı, kendinden ziyade hisleriydi. Zira henüz
düşünceleri bile yeterince berrak değildi. Bulanık bir suda keyifle yüzüyor
gibiydi. Önünü görememenin o meşum ağırlığından da eser yoktu işin tuhafı.
Duygularıysa hafif ama yoğundu…

Konuşurken
sözcükleri itinayla seçiyor, jest ve mimiklerine olabildiğince hâkim olmaya
çalışıyor; rahat olmayı istemekle beraber temkinli davranıyordu. Öte yandan
içinde pır pır eden, uçarı bir kuş vardı adeta. Gâh beynini gagalıyor, gâh
hislerine dadanıyor, gâh ötüşüyle şen şakrak anlar yaşatıyordu.

Bir
rüyada gibiydi. Zaman ve mekân içre ancak vakitsiz bir uykunun kollarında
gördüğü bir rüya! Er geç uyanacaktı, her ne kadar bilmese de. Ve nelerin arta
kalıp nelerin düş olarak kalacağını henüz kestiremese de…

***

Güzel
rüyaların uzun soluklu olmasını ister insan. Bölününce, kaldığı yerden devam
etmesi umuduyla başını yeniden yastığa gömer hatta. Bir daha, bir daha görmek ister.
Rüyada olduğunu kimselere çaktırmaz, kendi de dâhil. Sanki ‘bu bir rüya değil;
gerçeğin ta kendisi’ derse, yaşadığı dünyanın kodlarına bürünecek rüyası. Sanki
rüyada olmadığına ne kadar inanırsa, o kadar inanacak etrafındakiler. Ve sanki
rüyada yaşadığı hislerin sahiciliğini, gerçek hayatına asla aksettiremeyecek…

***

Genç
kadın, evlilik hayatına henüz adım atmıştı. Ve onun sarhoşluğunu yaşıyordu.
Diğer yandan da düşünmeden edemiyordu. Beraber bir ömür geçirmeyi umduğu eşiyle
kurdukları bu yeni yuvanın sıcaklığı, birkaç ay dolmadan geçip gider miydi?
Çevresindeki birçok evlilikte olduğu gibi… Henüz diktikleri aile çatısında
çatırdamalar, ‘balayları’ biter bitmez başlar mıydı? Yakinen gözlemlediği
ailelerin ekserisi gibi… Aşkları, saman alevi gibi söner miydi? Tanıdığı,
gördüğü birçok çiftte olduğu gibi…

Korku
ve evhamları, kapı dışarı etmek; yepyeni yuvasına sadece sevgiyi buyur etmek
istiyordu. Bunu gerçekten istiyordu. Düşüncelerini berraklaştırma yoluna
gitmesi gerektiğini anlaması, zor olmadığı gibi zaman da almamıştı.
Evliliklerinin ilk ayında yaşadıkları birkaç olay, ilk etapta hayal
kırıklıkları yaşatsa da, evliliklerini anlamlandırma adına ciddi birer basamak
olmuştu. Yersiz rüyalardan sıyrılması gerektiğini fısıldayan emin bir ses,
ayrıca…

***

Rüyada
iken yaşadığınız bir takım duygular çok güzel ve emsalsizdir. Lakin uyanınca
bir karşılığını bulamazsınız. Aynı duyguları yaşama adına her ne yaparsanız,
beş para etmeyeceğini; asla o anı, yaşadığınız anlara yayamayacağınızı içten
içe bilirsiniz. Yine de istersiniz. ‘İlla ki olsun’ dersiniz. Oysa o rüyanın
esasen ne denli ‘ruhsuz’ olduğu hakikati de, zihninizin izbeliklerinde
duruyordur. Ve işin daha tuhafı, siz onu kendi ellerinize oraya tıkmışsınızdır.
Göz ve kulaklarınızı kapattığınız bu hakikati, kale alıp kabullendiğiniz zaman
her şey çok daha güzel ve ‘gerçekçi’ olacaktır oysa.

***

Hayalini
kurduğu yuvada sevgi vardı. Uyum vardı. Karşılıklı anlayış ve hoşgörü vardı.
Küskünlük ve dargınlığa yer olmadığı gibi, uzaklık ve mesafeye de yer yoktu
hayallerinde. Hiç tartışmayan, küsmeyen bir çift olarak ‘uyum’ içerisinde
sürdürmeliydiler evliliklerini. Oysa daha ilk haftalarda eşi bir ‘sınır’
çizmişti. Aşması durumunda karşısında buz gibi soğuk bir çehre bulduğu
sınırlar. Ah o sınırlar yok muydu? Ve o soğuk çehre…

Daldığı
ve yer yer uyandığı uykunun mahmurluğunu üzerinden bir atabilse; ‘sınır’ diye
addettiklerini yeniden ve doğru bir şekilde tanımlayabilecekti. Rüya ile
gerçeği birbirinden ayırabilse; eşinin suskunluk ve kızgınlıklarının, bariz bir
sevgi gösterisi olup sırf onu sahiplendiğinin bir sonucu olduğunu
anlayabilecekti. Ve sahici bir sevginin temelinde gerçek bir saygının
bulunduğunu; suskunluk ve soğukluğun buna mukabil tercih edildiğini
kavrayabilecekti.

“Sizden birisi öfkelendiği
zaman sussun, konuşmasın.” (Edebü’l-Müfred
245)  buyuruyordu Nebi (SAV). Bunu bilmiyor değildi. Yine de eşinin
ona bu kadar çok müdahalede bulunması ve yaptığı yanlışlara karşı duyduğu
öfkeyi, suskunluk ve uzaklaşma olarak aksettirmesi çok zoruna gidiyordu.
Esasında onu kendinden mahrum bırakmasıydı ağrına giden! Üzüntüsünün,
kızgınlığının temelinde yoksunluk vardı. Eşi ona bu zulmü neden reva görüyordu
ki! Konuşmamak çözüm müydü yani?

Ah o
deli duyguları yok muydu? Onlar bir durulsa; bir anlık soluklanmasına müsaade
etseler, zulüm olarak addettiğinin, esasen ‘kavvam’ olabilen bir eşin
rahmetinin derin tecellileri olduğunu duyuracaktı ona, o emin ses. Yoksunluk
sıkıntı mı veriyordu ona? Ne ala! Sevginin tonları iliklerine değin işliyor
olmalıydı. Ve demek ki arada örülen gerçek bir saygı bağıydı.

Saygı
mefhumu, aile içinde özgürlüğü kısıtlayan, araya setler çeken bir şeye
dönüşmemeliydi elbette! Zaten gerçek saygıdan, hürmetten söz edebilmek için
sınırları sevgi belirlemeliydi. Tam da bu noktada sorulması gereken soru şuydu
aslında: Sevmenin ve sevilmenin değeri biliniyor mu, bilinmiyor mu? Her iki
taraf için bu kavramlar neyi çağrıştırıyor; gönüllerde nasıl karşılık buluyor?

Evet,
evlilik bağı resmiyetten uzak ancak ciddi bir bağdı. Haliyle bir ofis hayatı
gibi olması, ne istenen/beklenen bir şeydi ne de ‘nikâh’ bağının getirisi olan
güzelliklere kapı aralayabilirdi. Düşünceleri biraz olsun berraklaşınca beliren
ilk hakikat; tüm bunların “sevgi ya(p)tırımları” oluşuydu.

Niyet
ve gayret ‘ıslah’tan yana olunca ve iki gönül sevgiyle dolup saygı ile
kuşanınca; darılmalar, suskunluklar, telaşlar ve kızgınlıklar tam anlamıyla bir
yatırıma dönüşüyordu sahiden de. Sevgi, ilgi ve alaka olarak yazılıyor ama
‘saygı’ diye okunuyordu hisler. Gören göze, duyan kulağa ve hisseden gönle bir
çift kelam yetiyor hatta artıyordu. Yeter ki; ‘yaptırım’lara takılmayıp onların
birer ‘yatırım’ olduğunu idrak ve itiraf ederek kıymet bilsindi gönüller…  



Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.