Seneca, Roma’yı Yunanların müptela olduğu hastalık yıktı der ve bu hastalığın bireylerin, gerçek hayatta kendilerine hiçbir katkı sağlamayacak olan gereksiz şeyleri bilme iştahı olduğunu ifade eder. Bugün bu hastalık ne yazık ki bizim insanlarımıza da bulaştı ve gemi kıyıya doğru yaklaşırken biz başımızı çevirip hiç işimize yaramayacak malumatlarla meşgul oluyoruz.

Varlık âlemi bir kıpırtı ile uyanıyor ve güneş bütün canlıların kalbini ısıtıyor. Biz aciz kullar ise rehavete kapılmışız ve bir türlü uyanamıyoruz. Saatler çalıyor, gün batıyor, yıldızlar geceyi delip geçiyor ve yer küre her dakika bir doğuma tanık oluyor fakat umursamıyor, başımızı çevirip geçiyoruz. Saatler ilerledikçe hırçınlığımız artıyor ve başımızı çevirip nefret denizinde yüzmeye devam ediyoruz. Zihnimizin kapasitesini zorluyor ve yüz yüze gelmediğimiz insanların kokuşmuş hayatlarını, harcadıkları paraları, atışmalarını, kavgalarını hıfzedip duygularımızı kirletiyoruz. Gemi kıyıya yaklaştıkça içimizden bir şeyler kopuyor ve kendimizle yüzleşmek yerine başımızı kuma gömüp bu kokuşmuş hayatla avunmaya çalışıyoruz.

Teknoloji bilgiye ulaşımı kolaylaştırdı ve artık hemen her konuda az ya da çok malumatımız var. Hiçbir ayıklama yapmadan, hiçbir şeyi ayırt etmeden verilen her şeyi alıyor ve sahipleniyoruz. Yüzlerini sadece ekranlardan gördükleri fenomenlerin hikâyelerini öğreniyor, dramlarına hüzünleniyor, neşelerini sahipleniyor ve bu kişilerle yapay bir bağ kuruyoruz. Cep telefonları dünyaya açılan bir pencere işlevi görüyor ve sabah kalkar kalkmaz ekrana düşen haberlere göz atıyor, siyasi ve kültürel çatışmaları, savaşları, işgal faaliyetlerini ve ruhumuzu yaralayan şiddeti yok sayıp üretilen düşmana odaklanıyoruz. İşe yarayıp yaramadığına bakmaksızın verilen her şeyi alıyor ve zihnimizin çöplüğünde güneş arıyoruz.

Seneca’nın dediği gibi bizi verilen her bilgiyi ayrıştırmadan alma ve sahiplenme iştahımız bitiriyor. Çağın Firavunları sanal düşmanlar, sanal örgütler, sanal hikâyeler, sanal kahramanlar üretiyor ve bizi etki altına alarak istedikleri şekilde yönlendiriyorlar. Onların düşman dediğine düşman, dost dediğine dost diyoruz ve hayatımızı buradan gelecek malumatlara göre şekillendiriyoruz.

Soru sormak bir canlılık belirtisidir ancak biz bu cesareti kaybettik ve kalplerimizi kirleten bilgi, görüntü ve söylemleri hiç irdelemeden, sorgulamadan içimize alıp başımızın üstündeki güneşi söndürüyoruz. Zihnimiz bulanıyor ve sağlıklı düşünemez hale geliyoruz. Neye ihtiyacımızın olduğunu, neyi bilmek istediğimizi sorgulamaktan kaçınıyoruz, doğru-yanlış, faydalı-zararlı her şey birbirine karışıyor ve bu karmaşık alanın içinde hayat arıyoruz. Rabbimiz fasıklardan gelen haberleri araştırın diyor ama biz fasığın kim olduğunu unutmuşuz ve bu belirsizlikle yol almaya çalışıyoruz. Peki, bu vaziyette sapmadan, yalpalamadan yol almamız mümkün olabilir mi?

 

Teknoloji her şeye kolayca ulaşmamızı sağlıyor ve bilgiyi ayağımıza taşıyor. Bu araçların gücünden faydalanabiliriz, bu mümkün… Fakat bunun için ilk evvela rehavetten uyanmamız ve düşmanın bu araçları bizi içeriden vurabilmek için etkin olarak kullandığının farkına varmamız gerekir. Kurulan tuzakları görüp, dostu düşmandan, iyiyi kötüden ayırabilecek iradeye ve güce sahip olmamız gerekir. Aksi takdirde uyandığımızda her şeyi kaybetmiş olabiliriz.

 

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.