Savaşın Tek Galibi ‘Ego’lar Oluyor

 

15 Mayıs 2018 03:40
Savaşın Tek Galibi ‘Ego’lar Oluyor





  Birçok kadın kocasından yana sıkıntıları olduğunda önünde zaferi kendisinin
kazanacağı, onu mutluluğa ve huzura götürecek bir seçenek varken; maalesef daha
fazla haksızlığa uğrayacağı, gözden gönülden düşeceği ve günlerce psikolojisini
bozacak bir seçeneği tercih ediyor. Yani savaşmayı, tartışmayı, hakaret etmeyi,
diklenmeyi, küsmeyi, hesap sormayı, suçlamayı veya eski defterleri açmayı. Bu
seçenek yüzünden kendisi de kahroluyor kocası da çocukları da... En çok
kendisinin yıprandığı bu savaşta tek keyif alan ve kazanan ‘ego’ları oluyor.
Nefsindeki kibri, gururu büyüdükçe büyüyor.

Egolar büyüyüp beslenirken; evin çatısı da harabeye dönüyor. Ne gölgesi
serinleten, ne sıcaklığı ısıtan, ne de ocağında pişen yemekten bir tat alınan;
adeta akbabaların uçuşup, herkesin etinden parça parça koparttığı bir harabe...
Dışarının tüm yorumlarına, alaylarına açık bir harabe... İçindekilerin hep
başkalarına özendiği, gıptayla baktığı, huzura hasret bir harabe… 

Kadının kocası için “O bana böyle davranırsa karşılığı böyle olur işte. İpler
de kopuyorsa kopsun. Ne yapayım, adam olsun” dediği ve etrafındakilere bakıp iç
geçirerek “Keşke şu kadının şansından biraz da bende olsaydı, ne vardı sanki?
Ne kadar iyi bir adama rast gelmiş. Nerden bu adamla evlenip de başıma bela
aldım” diye söylendiği… Kocasından yediği hakaretleri hatırladıkça ne kadar da
değersiz olduğu düşünceleriyle ölümü arzuladığı, bir hiç olmayı istediği…
Aslında laflarıyla tahrik edip en zayıf noktasından vurduğu için onca hakarete
maruz kaldığını aklına bile getirmeyip; yalnızca kendisine acıyarak derinlere
daldığı ve gözyaşlarından deryalar akıttığı bir harabe… 

Çocukların, anne-babalarının birbirlerine savurduğu laflardan ürküp; kavganın
başladığını görünce “Şimdi komşular annemle babamın seslerini duymuştur,
herkese rezil olduk. Acaba kendi aralarında konuşurlar mı, arkadaşlarımın
yüzüne şimdi nasıl bakacağım?” diye düşündüğü… Annelerinin tüm stresini
kendilerinden çıkartacaklarını kestirip “anne” diye seslenmeye korktukları…
Evin içinde dikkat çekmemek ve ses çıkartmamak için parmak uçlarında
yürüdükleri… Annelerini her ağlarken gördüklerinde onların da gizli gizli
ağladıkları ve anne-babalarının barışması için dua ettikleri harabe… 

Erkeğin de “Ben nerden rasgeldim bu kadına, ne yapsam yaranamıyorum. Nerde hata
yaptım, bana bu kadar diklenirse olacağı bu. Gönlünü almaya çalıştıkça o eski
defterleri açma peşinde. Başımda mı taşıyım, ben de insanım. Kaldıramıyorum
artık bu yükü” diyerek bocaladığı, isyan ettiği bir harabe… 

Başların yastığa pişmanlık ve acıyla katıldığı, içinde yaşayanlardan her
birinin hiç kimsenin kendisini anlamadığını düşündüğü acı yüklü bir harabe…
Söylenen her bir ağır kelimenin bir düğüm olup boğaza takıldığı bir harabe...
Dışarıdakilerin sıcaklığının içeridekilerden çok daha fazla hissedildiği bir
harabe… 

Sırf o kahrolası egoları tatmin etme uğruna değer mi bunca şeyi yaşamaya? Bu
firavun’u yıkmanın zamanı daha gelmedi mi? Ayakaltında ezip; haddini
bildirmenin “yeter artık senin elinden çektiğim, çık benim yüreğimden”
demenin… 

İnsanın gün geçtikçe yalnızlaşan ruhunu okşayacak bir eşin ilgisine, sevgisine,
merhametine ihtiyacı varken; sırf bu ihtiyaçlarından olmamak adına bile olsa,
egonun yüklediği tüm kaprislere, ihtiraslara, inatçılıklara, diklenmelere,
küsmelere muhalefet etmeye değmez mi? 
Bu ego nasıl bir firavun ki insanın kendi hatalarını görmesini engelleyip; hep
karşı tarafı suçlu çıkartmaya, hak iddia etmeye odaklanmış. İnsanların
kendisine karşı hatasız olması gerektiğine odaklanmış. Her yanlışa, her kusura
hesap sormaya, yalnızca menfaatinin, çıkarının olduğu yerlerde altta kalmaya
odaklanmış. Yalnızca bireysel keyiflere, zevklere; karşı tarafın beklentilerine
kör olmaya odaklanmış… 

İnsanın içindeki ego nasıl bir ego ki; sırf onu besleyip büyütmek için yuvalar
yıkılıyor. Bütün mahremiyetler, ayıplar ortaya serilip; hayâ perdeleri
açılıyor. Büyüyüp şiştikçe bedene sığmaz hale geliyor ve bedeni de kendisiyle
beraber bir balon gibi patlatıyor? 

Bu puta bir ‘La’ denilip, kalpten tüm etkisi temizlenmeli; Allah’a tevbe
edilmeli, o firavundan kurtulmak için yine Allah’tan yardım talep
edilmelidir. 

Bazen kocasıyla sorunlu bir bayanı dinlerken kendisine şunu söylüyorum; “Sende
kocanın ilacı var. Onu ver, kazan. Onu verirken tavırlarınla şantaj yapma, şart
sunma, şu nefsini kır, egolarını beslemeyi bırak. Bak o zaman kazanan sensin.
Üstelik sendeki ilaç en kısa za manda onun yanlışlarına da şifa olacak, derman
sende” diyorum. İlacı anlatmaya başlayınca bazı hanımlar ne kadar basit
söylediğimi, bekâr biri gibi onun halini anlamadığımı söylüyor. Konuşmamın
üzerine hala “ama” diye başlayan gerekçeler sunup; eşinin yanlışlarını saymaya
başlayınca ben de “Tamam o zaman bu psikolojiyle dolaşmak, kocanı daha fazla kendinden
soğutmak hatta onu daha fazla yanlışa itmek, daha fazla kavga ortamları
oluşturmak, ahlakı ve dengesi bozuk çocuklar yetiştirmek istiyorsan, sen
bilirsin. Üstelik gün geçtikçe daha fazla yalnızlaşacaksın. Tercih senin” deyip
kendi haline bırakmak zorunda kalıyorum. 

Kıyamet kopuncaya kadar tüm sorunlarımıza ilaç üretilebilecek o sonsuz nur olan
Kur’an’ın Rum Suresi’nin 21’inci ayetinde kadında erkeğin ihtiyacı olan ilaçtan
bahseder. Hem de bu ilaç müshil gibidir. Birçok manevi hastalığı kökten söküp
temizler; 

“Kendilerinde sükûnet ve huzur bulmanız için kendi nefislerinizden
size eşler yaratması ve aranıza bir sevgi ve muhabbet koyması O’nun kudretinin
işaretlerindendir. Şüphesiz bunda da bilenler için dersler vardır.” 

Erkeğin nefsinden yaratılan kadın, sükûnet ve huzur kaynağı olarak
yaratılmıştır. Erkeğin ilacı, ihtiyacı; kadındaki huzurdur. Huzurun kaynağı ise
şu karmaşa dolu dünyanın nice sıkıntıları, geçim derdi arasında erkeğin gelip
sığındığı, yanaştığı, kadındaki hazine hükmünde olan yumuşaklık ve inceliktir.
Karısında bu özellikleri gören erkek ruhunun ilacını alıp sakinleşir ve huzura
erer. Kadın kendisindeki bu özelliklerle etrafa pozitif enerji yayar. Egolarını
dinleyip bu özelliklerini terk ettiğindeyse; etrafına negatif enerji dalgaları
yaymaya başlar. Kocasını bu pozitif enerji dalgalarından mahrum eden kadın
artık huzurun kaynağı olmaktan çıkmış ve değerini yitirmiştir. Çünkü
kendisindeki en değerli malzemeler ve aksesuarlar hükmünde olan inceliklerini
kaybetmiştir. Kendisini kadın yapan nitelikten sıyrılmıştır. Erkek rolü oynayan
ve bu rol bir türlü kendisine yakışmayan bir kadına dönüşmüştür. 

Peki, pozitif enerji dalgaları nasıl yayılır? Huzura kaynaklık
eden incelik ve yumuşaklık nedir? 

Huzurlu bir bakış, huzur veren bir muhabbet şekli, sorunları konuşurken huzuru
da kaçırmayan ve suçlayıcılık içermeyen onarıcı, yapıcı bir konuşma şekli,
affedici davranışlardır. Bazen kendisini karşısındakinin yerine koymak,
olaylara onun penceresinden bakarak tahlil etmeye çalışmaktır. Bu durum hem
karşı tarafı hem de insanın kendisini devamlı onarıp huzur verir. 

Birçok kadına şimdi bu saydıklarımın ne kadar da ağır geldiğinin fakındayım.
İnsanın haksızlığa uğradığı, kendisine yanlış yapıldığını düşündüğü halde tavır
almaması, negatif enerji yaymamaya çalışması gerçekten zor! Ama Rabbimizin
bizlere sunduğu bu çözüm yolundan başka, insanlığa çözüm diye sunulanların
hepsi maalesef çözümden çok ailelerin felaketi oldu. Ya yuvamızı tavırlarımızla
düzelteceğiz, kendi ego firavunumuzu yere sereceğiz ya da ömrümüz –Allah
muhafaza- tantanayla geçecek. Üstelik bizim haksızlık ve yanlış olarak
değerlendirdiğimiz duruma bir de eşimizin penceresinden bakalım. Eşimiz öyle mi
görüyor? Yoksa sorun olarak baktığımız; aslında onun yetişme tarzı, bakış açısı
ve değerlendirmelerinin farklılığı mıdır? 

Ondaki farklılıklarla beraber bir potada erimedikçe asla tam anlamıyla sağlıklı
bir aile olamayacağınızı unutmayın! Farklılıklar tefrikayı değil; vahdeti,
çeşitliliği, zenginliği doğurmalıdır. Sizin çok fazla ön planda tuttuğunuz,
olmazsa olmaz dediğiniz şey bazen eşiniz açısından en son sırada yer alabilir.
Bunu sorun etmek yerine sakin olup ondaki farklı bakış ve değerlendirişleri
algılamaya, doğru tahlil etmeye çalışın. Üstelik iyileştirmek, elinden tutmak,
uyumlu olmaya çalışmak, duyguları ve düşünceleri güzel bir şekilde ifade etmek
ve hatta bazı olmazsa olmazları artık terk edip ortak zevklere sahip olmaya
çalışmak varken savaşmak niye? 

Şimdi diyeceksiniz ki “O huzur için ne yapıyor ki, bu kadar ödün vermek de
niye? kocam gökten zembille mi inmiş. Ben de insanım.” Bu düşüncelerin
kaybettirdiğini siz de tecrübelerinize şöyle bir baktığınızda zaten görürsünüz.
Aynı zamanda bir kadının kocasından yana yanlış muameleye uğrasa dahi kin
yapmadığında, karşı atağa geçmediğinde, yumuşaklığını ve inceliğini terk
etmediğinde kazandığını da bilirsiniz.

Üstelik en büyük kazanç Allah (CC) katında olandır. Yanlışa yanlışla karşılık
vermeyen insan, Allah katında muttaki olarak anılır. Çünkü takva kendini
frenleyebilmek, Allah’ın “DUR” dediği yerde durmak ve “OL” dediği gibi
olmaktır. Her durumda Allah’ın istediği rol üzere olmaya çalışmaktır. Kalpteki
hâkimiyeti imana teslim edip tüm azaları da onun kontrolüne vermektir. Kalpteki
yönetim makamını nefse kaptırmamaktır. Bir bedende imanın sözü geçmiyor da
nefsin sözü geçiyorsa; beden ülkesinin başkenti hükmünde olan kalpteki iman
mahkûmdur ve ıstırap çekiyor demektir. İnsanın vereceği tepkilerle imanındaki
samimiyeti de meydana çıkacaktır. 

Uzmanlara göre yumuşaklıktan daha etkili bir silah yoktur. Yumuşaklığını terk
etmeyen bir kadın kendisine karşı hatası, eksiği olan kocasına vicdan azabı
çektirir, pişmanlık hissi yaşatır. Kadına kazandıran; onun yumuşaklığıdır.
-Affedersiniz ama- Kadına dayak yedirten, erkeği daha fazla zalimleştiren de
kadının sertleşmesidir. Bazı kadınlar olumsuzluk anlarında erkek rolü oynayıp
saldırganlaşıyorlar. Ortaya ne erkek ne de kadına benzeyen bir ucube çıkıyor.
Erkekler ise karşısında erkek rolü oynayan bir kadın görmeye dayanamıyorlar.
İşte ipler burada kopuyor. 

Dolayısıyla karşısındakini hatalarından dolayı affeden kişi, mahşer gününde
Allah tarafından affedilir. O hesap defterlerinin dürüldüğü; insanın kendi
derdine düştüğü, ananın evladından, eşlerin birbirinden kaçtığı o günde
günahları bağışlanır. Çünkü affetmiş, bağışlamış, kin gütmemiştir… Ne diliyle
ne de hal ve hareketleriyle karşı taraftan acısını çıkartmıştır… Üstelik
yapılan araştırmalara göre affeden insanlar her şeyden önce sağlıklarına
kavuşmuş olurlar. 

San Francisco’da yapılan bir araştırmada 359 kişiye 6 kez 1,5 saatlik
oturumlarla affetmeyi öğretmeye çalışmışlar. Sonucunda stresten kaynaklanan
sırt ağrısı, uykusuzluk, mide ağrısı gibi fiziksel ve bedensel rahatsızlıklar
bu kişilerde azalmış, kimisinde de iyileşmiş. 

Şunu unutmayalım ki; beden ve ruh sağlığının en iyi ilaçlarından birisi olan
affetmeyi alışkanlık haline getirip; olaylara karşısındakinin gözüyle bakmaya
çalışan insanlar her zaman huzurludurlar… 

 

  



Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.