Yaşadığımız Olaylar mı Bizi Etkisi Altına Alıyor? Yoksa Olayı Yorumlama Şeklimiz ve Bakış Açımız mı?

 

28 Mayıs 2018 17:32
Yaşadığımız Olaylar mı Bizi Etkisi Altına Alıyor? Yoksa Olayı Yorumlama Şeklimiz ve Bakış Açımız mı?





  Yaradan`ın takdir ettiği bir olaya itiraz etmenin, karşı çıkmanın,
sızlanmanın, eleştirmenin isyan olacağını hesaba katarsak; O`nun dilediği
şeyleri başımız ve gözümüzle karşılamaya başlarız. Üstelik her olayla bizi
imtihan edip, o olaydan nice hayırlar murad ettiğini düşünürsek, imtihanlar
bizi yıpratmamış olur. Bundan daha etkili bir terapi de yoktur.



“Başıma gelen
olaylardan dolayı çok yıprandım!”

“En
güzel yıllarım hep ağlamakla geçti!”

 

“Belalar
hep beni mi bulacak?”

 

“Şu
dünyada rahat yüzü görmedim!”



“Tam dertlerim bitti,
rahat yüzü göreceğim derken Allah evladımı benden aldı!”

“Kocam
iyi olsaydı hiçbir derdim kalmazdı!”



“Ah, bir evim olsa tüm
dertlerim bitecek” deyip hayatları hayıflanmakla geçen, mutluluk ve huzuru
erteleyenler! Gelin 3 dakikada kendi kendimize terapi uygulayalım. 

Acaba bizi mutlu ve
mutsuz kılan yaşadığımız olaylar mı? Yoksa olaylara bakış açımız ve
değerlendirişimiz mi? 

Olaylar hakkındaki
yorumlarımız, düşüncelerimiz, bakış açımız ve algılamalarımız; ruh halimizi,
duygu ve heyecanlarımızı etkisi altına alır.Bizim ani değişen duygusal reaksiyonlarımız, aslında
dış olayların etkileri ve olaylar hakkındaki yorumlarımızın sonuçlarıdır.
Böylece sevinme, nefret etme, mutlu-mutsuz olma, asabiyet, huzursuzluk, endişe,
korku, heyecan gibi duygularımız; aslında yaşadığımız olaylardan dolayı ortaya
çıkmayıp, olaylara olan bakış açımızdan ve değerlendirişimizden kaynaklanır.
Olayları nasıl düşünüp değerlendirirsek, öyle algılamaya başlarız ve hislerimiz
düşündüğümüz gibi şekillenmeye başlar. 

Örneğin; müşterinin
verdiği bir işi, işçisi hastalanıp gelmediği için geciktiren esnaf bunu
talihsizlik olarak değerlendirirse, aksilik olarak düşünürse ve olayı sebeplere
bağlarsa sinir küpüne döner. İşin yetişmemesini işçisinin hastalanmasına yorar.
Bu da onu huzursuz edip asık suratlı ve sinirli yapar. Hem kendini, hem de
çevresindekileri rahatsız etmeye başlar. 

Fakat “Allah dileseydi
hiçbir engel çıkmayacaktı. Allah’ın takdiri ile işim yetişmedi” diye düşünürse
rahatlar ve “Vardır bunda da bir hayır. Hem ben O’nun takdirine karşı mı
çıkacağım. Rabbim benim sabrımı deniyor. Ben imtihandayım. İnşallah O’nun
takdirine razı olanlardan ve sabredenlerden olurum” demeye başlar. Bu olay,
onun sinir sistemini bozmaktan çok, Allah’a yaklaştıran bir olay haline gelir.
Hatta “Ey kudreti sonsuz Rabbim! Sen dilemedikçe biz insanlar ne yaparsak
yapalım hedefimize ulaşamıyoruz. Biz aciz kulların hiçbir şeyin üstesinden
gelemiyoruz” sözleri dilinden dökülmeye başlar. Böylece işindeki aksamayı;
hırsının ilacı ve onu Allah’a yaklaştıran bir el olarak görmeye başlar. Bu
olumsuzlukta Allah’a şükreder; kendisine acziyetini hatırlattığı için… 

İşte bizler aklımızı,
doğru bakmaya odaklarsak, asabi ve mutsuz bir kimliğe bürünmemiş oluruz. Güzel bir bakış açısı güzel görüp,
güzel duygular hissetmemizi sağlarken; çirkin bir bakış açısı da duygu ve
hislerimizi kirletir. Yani nasıl düşünürsek öyle hissetmeye başlarız. Bizler bu
çirkin bakış açısıyla savaşıp kendi kendimizi saniyeler içinde motive
edebiliriz. 

Ya olayları Rabbimizin
bizden istediği gibi değerlendiririz ya da sebep ve sonuç ilişkilerine göre
değerlendirip saplantıların esiri oluruz (Allah muhafaza). 

Yaradan’ın takdir
ettiği bir olaya itiraz etmenin, karşı çıkmanın, sızlanmanın, eleştirmenin
isyan olacağını hesaba katarsak; O’nun dilediği şeyleri başımız ve gözümüzle
karşılamaya başlarız. Üstelik her olayla bizi imtihan edip, o olaydan nice
hayırlar murad ettiğini düşünürsek, imtihanlar bizi yıpratmamış olur. Bundan
daha etkili bir terapi de yoktur. 

Bütün dünyanın
psikiyatristleri bir araya gelseler; Allah (c.c)’ın takdirine razı olmanın
insan üzerinde bıraktığı olumlu etki gibi bir etki bırakacak reçete
hazırlayamazlar. 

Şayet olayları sonuç
ilişkilerine göre değerlendirirsek; üzerimizdeki olay bitinceye kadar mutlu,
huzurlu ve sakin olmayı erteleriz. Hep bir bekleyişle kıvranırız. Başımızdaki
sorunların finale erme sancılarını çekerken, etrafımıza zarar veririz. 

Devamlı nefsimizi
okşayacak olayları hayrımızaymış gibi düşünürsek; sürekli lezzetlere doğru
koşarız. Belki
de o lezzetlerde birer felaket olduğunu kavrayamayız. Onunla da imtihan
olacağımızı hesaba katmalıyız. Belki bir musibetten daha acı bir sonuç
doğurabileceğini düşünüp; nimetlerle sınanmayı, nimetlerin hesabını
vereceğimizi aklımızdan çıkartmamalıyız. Hele bir takım nimetlere kendi
gayretimizle kavuştuğumuz düşüncesine odaklanırsak, Allah muhafaza mahareti,
nimeti verene en büyük nankörlüğü yapıp enaniyetimizi beslemiş oluruz. O yüzden
bizleri aslında mutlu kılan, şımartan ve sevindiren; olayların güzel veya
mükâfat oluşu değil, olayları değerlendirişimizdir. 

Örneğin; bebeği
devamlı hastalanıp geceleri uyumayan, ağlayan bir anne bu olayı talihsizlik ve
aksilik olarak görürse asabileşip isyankâr tavırlar sergiler. Devamlı şikâyetçi
olur. Huzur ve mutluluğu çocuğunun geceleri uyuyacağı güne erteler. Hayatı da
kendisine zehir eder. Aslında bu durum anneyi mutsuz ve asabi yapmaz. Bu olayı
bir aksilik olarak değerlendirdiği ve çocuğunun huysuzluğuna yorduğu için asabi
ve mutsuz olur. 

Fakat bu durumu
“Allah’ın dilemesi” olarak değerlendirir ve Allah dilemedikçe rahat uyku
uyumayacağını, çocuğunun iyileşmeyeceğini düşünürse bu olay onu Allah’a
yaklaştıran bir durum olur ve şükreder. Bu olumsuz gibi görünen durum, Allah’ın
gücünü ve kudretini kendisine fark ettirir. 

Anne, çocuğunun rahat
uyuduğu ve hastalanmadığı zamanlar; yine bunu Rabbinden bilmeyip şartlara,
sebeplere bağlarsa şükür ihtiyacı hissetmez, şımarır. Belki Hakkı uykusuz
kaldığı geceler kadar hakkıyla tesbih edemez ve nankörlük eder. Bu, kendisini
mutlu eden durum da belki onun felaketi olur. Bu durumdan devamlı lezzet alır.
Fakat bu rahatlıkta imtihan olunduğunu, şükürde takındığı tavır konusunda
hesaba çekileceğini düşünse; bu olay onu kendine getirir. Demek ki duygu ve
hislerimiz olaylara bağlı değil. Olaylar hakkındaki yorum ve bakış açımıza
bağlıdır.

Çocuğumuzun, yeni
aldığımız bir ayakkabının tekini kaybetmesi, yolda yürürken terliğimizin
yırtılması, evin anahtarının kaybolması, cep telefonunun suya düşmesi, bakkala
giden çocuğumuzun ekmek yerine şeker alması, tam yola çıktığımız bir anda
bebeğin altını kirletip ağlaması birer aksilik ve terslik değildir. Birer
takdirdir ve imtihandır. İçinde bir takım hayırlar murad edildiğini
düşünmediğimiz takdirde, şu çılgın dünyada aklımızı koruyamayız. Ömrümüz hep
hayıflanmakla geçer. 

Bir gün Efendimiz
(s.a.v), Enes (r.a)’i daha 10 yaşlarındayken bir sahabeyi çağırması için
yollar. Enes geç kalınca Allah Resulü (s.a.v) Hz. Ayşe ile beraber yola düşer.
Bir de bakarlar ki Enes yolda oyun oynayan çocukları seyre dalmıştır. Hz. Ayşe
Enes’i sorgulamaya başlar, neden gitmediği konusunda. Enes (r.a) unuttuğunu
söyler. Allah Resulü (s.a.v); “Dur ey Ayşe. Eğer Allah dileseydi bu iş olurdu.
Allah dilemedi. Enes’e unutturdu” buyurur. Olayı bir aksilik, terslik veya
insanın yaptığı hataya yormayan Efendimiz (s.a.v), bizlere ne kadar da güzel
ferahlama yöntemleri göstermiştir. 

İşte, biz ümmetine
olaylara ters bakmaktan, şanssızlık olarak yormaktan, sebeplere bağlamaktan
uzak ve yalın bir bakış açısı… 

Biz çocuğumuzu bakkala
yollayınca ne alacağını unutmasını, bazen tuz yerine şeker almasını veya oyuna
dalmasını görünce acaba tavrımız nasıl oluyor? Yoksa bağırıp çağırmanın
ardından temiz bir dayak mı atıyoruz? Peki, bu durum neden kaynaklanıyor?
Kendimizi hesaba çekelim ve adrenalin seviyemizi fazlaca yükseltmeyelim. Kendi
terapistimiz kendimiz olalım.

Mutlu
ve huzurlu bir yaşam dileğiyle…

   



Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.